ŞOL PİRİN GİTTİĞİ YOL NEME YETMEZ . . .

Resim

 

 

 

Bülbül olsam gül dalında şakırım
Öz bağımda biten gül neme yetmez
Süleyman’ım kuş dilinden okurum
Bana talim olan dil neme yetmez

Aşk kitabında ele yazdım yazarım
Daim Hakka doğru meylim nazarım
Neme gerek dağı taşı gezerim
Şol Pirin gittiği yol neme yetmez

Derviş oldum pir eteğin tutarım
Hakka doğru çekilmiştir katarım
Baykuş gibi garip garip öterim
Issız viraneler çöl neme yetmez

Dünyanın ötesi neden malumdur
Bu ilmin sırrına eren alimdir
Az yaşa çok yaşa sonu ölümdür
Bana hırka ile çul neme yetmez

Pir Sultan’ım sırrın kimseler bilmez
Tevekkül malını erteye koymaz
Kişi kısmetinden artığın yetmez
Bana kısmet olan mal neme yetmez

Pir Sultan Abdal

 

HASB-I HAL . . .

Öyle durumlar vardır ki karşındaki seni anlamaya asla çalışmaz. 

Yani baştan o kişinin önyargıları altında anlaşılmamaya mahkumsundur.

Ne var ki susmak çok acı verir insana . . .

Göz göre göre bir şeylerin yanlış olduğunu bilip de söylemeden edememe ancak söylediklerinin hiçbir tesirinin olmadığını görme durumuna düşmeyi Fuzûli ne güzel anlatmış :

Söylesem tesiri yok sussam gönül râzı değil, 
Çektiğim âlâmı bir ben bir de Allah’ım bilir. 

Kısaca :

Ne sen anlayabilirsin, ne de ben anlatabilirim . . .

İçinde biriken, seni dolduran, sabır sınırlarını zorlayan her şey için geçerlidir. 

Çığlıklarının karşı tarafta hiçbir yankı yapmayacağını bile bile, yine de kendini tutamazsın . . . 

Çoğu zaman susamadıkların yüzünden kendin üzülürsün yine . . . 

Çünkü susamadıkların, senin için ne ifade ederse etsin dinleyen için bir hiç’tir, anlamsızdır, hiç bir değer ifade etmemektedir . . .

KLASİK . . .

San’atkâr, içtimâî zarûretler, meyiller ve buhranlar karşısında kendi kültür dâiresinin san’at anlayışı içinde, KLÂSİK FORMDAN HİÇ FEDAKÂRLIK ETMEDEN, cemiyete iyi hisler ve fikirler telkin etmek gayesiyle şuurlu bir faâliyet göstermelidir. 

Prof. Muhittin SERİN

SOYUTLAŞTIRMA ÜZERİNE . . .

“Bir diğer yanda ise, yukarıda belirttiğimiz veçhile bu sanata rağbetin artmasıyla ve işin içine EKONOMİK SEBEPLERİN de girmesiyle, İSLAM SANAT ANLAYIŞI VE TÜRK ZEVKİNDEN BÎHABER KİMSELER ELİNDE TÜRK EBRUCULUĞU, HOBİ SEVİYESİNE İNDİRİLMİŞ VE GERÇEK DEĞERİNDEN NE YAZIK Kİ UZAKLAŞTIRILMIŞTIR. Akkase tekniğinde peyzajların yapımı, ebrulu kâğıtlar üzerine resim tekniğinde mevlevi veya cami resimleri yapılması, ya da BİR ÇİÇEĞİN ASLINA BENZETİLMESİ ASLA İSLAM SANAT ANLAYIŞIYLA UYUŞMAMAKTA, AKSİNE EKLEKTİK BİR ANLAYIŞLA EBRU’YU RESME FEDA ETMEKTEDİR.” 

Yrd.Doç.Dr. Hicabi GÜLGEN

SOYUTLAŞTIRMA ÜZERİNE . . .

MÜSLÜMAN sanatçı Allah’ın yarattığının bir benzerini “YARATMAKTAN” ve onu açıklamaktan ŞİDDETLE KAÇINMAKTADIR.
.
.
.
İSLAM SANATLARININ SOYUTLAYICI ÜSLUBUNUN GENEL GEÇER ALGI NEZDİNDE KAVRANABİLİRLİĞİNİ GÜÇLEŞTİREN MESELE DE BU NOKTADA ZUHUR EDER.

Prof. Nazan BEKİROĞLU

BİZİ KİM ANLAR . . .

Zât-ı Hak’da mahrem-i irfan olan anlar bizi,
İlm-i sır’da bahr-i bî pâyân olan anlar bizi.

Bu fenâ gülzârına tâlib olanlar anlamaz,
Vech-i bâki hüsnüne hayran olan anlar bizi.

Dünye vü ukba’yı tâmir eylemekten geçmişiz,
Her taratfan yıkılıp vîran olan anlar bizi.

Biz şol abdâlız bıraktık eğnimizden şalımız,
Varlığından soyunup üryan olan anlar bizi.

Kahr u lûtfu şey’-i vâhid bilmeyen çekdi azab,
Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi.

Zahid’a ayık dururken anlamazsın sen bizi,
Cür’a-yı sâfi içip mestân olan anlar bizi.

Ârifin her bir sözünü duymağa insan gerek,
Bu cihanda sanmanız hayvan olan anlar bizi

Ey Niyâzi katremiz deryaya saldık biz bu gün,
Katre nice anlasın umman olan anlar bizi.

Halkı koyup lâmekân ilinde menzil tutalı,
Mısrî’yâ şol canlara cânân olan anlar bizi.

Niyâzî-i Mısrî

TÜRK EBRU GELENEĞİNDE BOYA

Elimde ebru yapımı ile ilgili birçok Türkçe kaynak var. Bu kaynaklar ebruda kullanılan boyalardan bahsederken hep aynı yanlış yapılmış ve sanki oksit boyalar pigment değilmiş gibi boyalar oksit boyalar ve pigment boyalar diye sınıflandırılmış. Mesela kırmızı ve sarı boyalar sanki oksitler pigment değilmiş gibi oksit kırmızı, pigment kırmızı ve oksit sarı, pigment sarı diye isimlendirilmişler.

İngilizcede suda erimeyen bütün boyalara “pigment”, suda eriyen bütün boyalara da “dye” denir dolayısıyla Türk ebrusunda kullanılan bütün boyalar suda çözülmeyen boyalar olduklarından ebru boyalarının tamamı “pigment” boyadır. Pigmentler bir tuz, birkaç tuzun karışımı, oksit ya da metal olabilir.

Pigmentler organik ve inorganik pigmentler olmak üzere ikiye ayrılır. Organik pigmentler su ile karışmazlar ve bunları suyla karıştırmak için birtakım yağlar ve kimyasallar ilave etmek gerekir. Sığır ödü bu kimyasallar arasında en zayıf olanıdır. Epey bir öd ilavesi ile organik bir pigmentin su ile karışması sağlanabilir ancak o kadar öd içeren bir boyayla ebru yapılamayacağı için sulandırıp çökelterek boyadaki fazla ödü geri almak gerekir. Öte yandan ne kadar su ile karışmış görünse de fiziksel olarak hala bazı boya parçacıkları su ile karışamadıklarından böyle boyalarla ebru yapılamaz. Organik pigmentlerin su ile karışan cinsleri “dispersion” diye satılır ancak çok miktarda asit içerdiklerinden ve bu nedenle öde gerek kalmadan teknenin yüzeyinde bolca açıldıklarından ebruda kullanılamazlar.

Gelenekli Türk ebrusunda sadece inorganik pigmentler kullanılır. Metal oksitler inorganik pigment ailesinin bir alt ailesidir ve ebru boyaları genellikle bu ailedendir.Bu blogun birçok yerinde değinildiği gibi gelenekli Türk ebrusunda “suda erimeyen, kâğıda zarar veren asit ve kazein gibi yabancı maddeler içermeyen ve güneşte solmayan” her tür boyar madde kullanılmıştır ve bundan sonra da kullanılacaktır.